4 Haziran 2013 Salı

Mesela..

İçimin kıpır kıpır olduğu anlar var... Hala içimde olduguna dair belirtiler..
An geliyor öyle bir aklıma düşüyorsun ki.. Sanki aklımdan geçen başıma gelecekmiş gibi..
Mesela mı...
Mesela bana sarıldığın an aklıma geliyor kalbim pır pır..
Mesela çiçek yolladığın an sen gelmiş gibi..
Mesela gözümü kapadığımda gözlük üstünden bana bakışını gördüğümde...
Mesela işteyke  metro kapısından yada dükkanın önünden baktığını düşündüğümde...
Mesela okuduğum mesnevi tasavvuf kitaplarında seni okumam gibi..
Mesela kızdığın bişi aklıma geldiğinde kendimi frenlemem gibi..
Mesela.... Mesela ... Mesela...

Mesela seni herşeyden çok sevdiğimi düşündüğümde allahın varlığını hissettiğimde..

Kalbim pır pır ... Midemde kelebekler.. Hiç ölmezmisin... Hiç azalmazmısın...


Babetli....

28 Mayıs 2013 Salı

Farkındalık..

Doğduğuna doğacağına pişman ederken, sonunda en duyarsız birini dahi “yandım Allah” demek zorunda bırakır...................................................
Neden farkında olmayı beceremiyoruz?
Niçin hiç kimse “farkına varalım, ezbercilikten kurtulalım” diyemiyor?
Bunu söyleyememek, cehalettir, hatta daha da kötüsüdür.
Uzun yıllar insanların üstünde süren baskı, “farkında olmak, değerlendirmekle” sona erer.
Farkında olmak isteyen birilerinin uyumasını engellemek, o insanları cehennem hayatından kurtarmak anlamına gelir.
Haberdar olmayan insan, bedeninde boğulur. Ana rahminde tohumları atılan ikinci beyne mahkûm kalır. Bu öyle bir bilgisizlik kapısıdır ki, insana asli yapısını unutturur.
Doğduğuna doğacağına pişman ederken, sonunda en duyarsız birini dahi “yandım Allah” demek zorunda bırakır.
Hâlbuki “farkındalıklı” olarak fikirleri paylaşmak veya savunmak mümkün olsa ve “kaynağına” ulaşmak söz konusu olsa ne kadar mantıklı olur.
Bu hal, ancak gerçeklerle anlatılır.
Belirsiz “bilgilere” ulaşma korkusu ortadan kalkar, bilgisizlik-cahillik düzeyi alabildiğine azalır.
Bu itibarla bütünlüğü yaşamak isteyen insanların “farkında” olması gerekliliği vardır.
Hatta hiçbir şeyden haberi olmayan uyurgezerlere nazaran, ezberi ön plânda tutarak yaşama durumunda bulunan insanların dahi, yepyeni, fark ettirici bu bilgilere istinaden, alışılmış özelliklerini terk etmesi beklenir.
Zira bilinçli olarak az şeyi algılamak, ezbere çok şeyi bilmekten evladır.
Ancak insanları zorla uyanıklığa davet etmek, bu maksatla bir arada tutmaya çalışmak, ya da “toplumdan kopacaklar” korkusuyla onlara mütemadiyen baskı yapmak, beyhude bir çabadır.
Aynı zamanda, kaçınılmaz sorunlar yaratır.
Çünkü onlar öyle –eskiye dönük şekilde- daha mutlu yaşayacaklarına inanırlar.
Programları, DNA’ ları öyledir.
Gelişim formatını böylelerine uygulamak imkânsızdır.
Bahsini ettiğimiz olaylara, yenilikçi insanlara [farkına varanlara] neler yapıldığına geçtiğimiz yüzyıllarda tanık olduk.
Ama artık öyle değil.
Bazı oluşumlar kökten değişime girdi.
Aslında bu bir mucize. Değişim mucizesi.
Bu değişime start veren Mücedditin işi.
Şimdi insanların “farkında” olması her şeyden daha önemli hale geldi.
İnsanlar bunu başaramayacaklarsa, ‘Ot’ gibi yaşamanın ne anlamı var?
Kuşkusuz bunu algılamak gerekiyor.
İnsanların asıl mutluğu işte burada başlıyor.
Zira bizler, nefislerinden daha önemli olduğuna inanan bir ‘Din’e’ yönleniyoruz, onun mensuplarıyız.
Bu bakımdan bizim için “bilgi ile birlikte”,“yaşamak da” önemli.
İnsanların mutsuz olup olmadığına aldırmak bir yana, her şeyden önce ilke olarak, farkında olmayı yeğlemeliyiz.
Paylaşım içinde olanların çoğu da, kendi çıkarlarından daha fazla önemser “farkında” olmayı.
Oysa insanları perdeleyen her olayda mutlaka bir hata vardır.
O hatayı düzeltmenin yolu, ancak tartışılarak, muhakeme edilerek bulunur.
Bir araya gelenler, “biz bahsi edilen şeyleri değerlendireceğiz” diyorlarsa ve “bunu söyleyenler çoğunluktaysa” her şey daha net bir şekilde algılanıyor, fark ediliyor hale gelmiş demektir.
Bakın, toplumda “fark edenler” son zamanlarda diğerlerine nazaran daha çok dikkat çekmeye başladı.
Ayılmak istemeyenler ise, toplumun cahil kesimi olarak temayüz etti. Öyle kabul edildi.
Öyle ki yaptıkları hiçbir hareket gözlemlenmedi.
Şimdi onlarla bir arada olmak yani pek yaşanmak istenmiyor.
Daha değişik, atılgan “fikir üreten” yeniliğe açık olanlar tercih ediliyor.
Bilgilerini “eskiye dayanarak yaşamak isteyenlerle” paylaşmak istemeyen kimseler, bunu bencilliklerine dayanarak yapmıyor.
Aksine gerçeğe uygun, objektif yaklaşımlarla; “Hakikati bu şekilde yakalama imkânı varken”, onlara kapılıp kendilerini harcamak yoluna gitmiyorlar.
Bir anlamda, bunca uğraşıyı bozuk para gibi harcamak istemiyorlar.
Kimileri ise aynı tas aynı hamam, bildikleri yolda devam ederlerken, çok şeyleri kaçırdıklarının farkında olamıyorlar.
Yenilikçi olacakları için ve yandaşlarının kendilerinden “ayrılacağı” korkusuyla onlara baskı yapıyorlar.
Baskı yapılıyor, ama inanın, ne isteyip ne istemediklerini bile bilmiyorlar.
Bu şartlarda, yenilikçi olmayanlar azınlıkta kalıyor demektir.
Bir yerde önemli olan, insanların kendilerini güvende, özgür ve mutlu hissetmeleridir.
Ama “ayılmak” isteyen bir kişi bile olsa, bunu söyleme ve fikirlerine taraftar arama hakkına sahip olmalı.
İşte esas farkındalık da burada yatıyor.

Ahmed F. Yüksel

27 Mayıs 2013 Pazartesi

BEN KENDİMDEKİ SENLE BERABERİM, SENDE SENDEKİ BENLE BERABERSİN!...

Aslında bir çok zaman siz farkında olmadan bedensiz yaşıyorsunuz. 
Bedenin farkında olmaksızın. Düşünürken araba kullanırsın ama bambaşka alemlerdesindir. 
Bütün gördüğünüz herşey, içinde yaşadığınız dünyanız, asla ve asla bir dış dünya değil, beyninizin içindeki bir hayal dünyası. Çünkü dışarısı dediğimiz bir ortamdan Işık dalgaları gözünüzden geçerek beyninizin içinde bir elektrik frekansı elektrik dalgası olarak yerini alıyor, ve bu elektrik dalgasıda beynimizin içinde görüntü meydana getiriyor. Nasıl geceleyin uykuda rüya görüyorsanız, o gördüğünüz rüya anında dışarıyla hiç alakanız yok olay tamamen beyninizin içindeki bir görüntü olduğunu, yani çok boyutlu holografik bir görüntü ortamı ise, gündüz de aynı şekilde tamamen beyninizin içindeki bir hologram dünyada yaşıyorsunuz! 
Bu dışarıda görüyorum dediğiniz herşey, gerçekte beyninizin içindeki bir hologram görüntü. Herkez için bu böyle. Ben şimdi sizleri görüyorum . Ve sizleri görürken eski ilkel şartlanmama göre sizi dışarıda ayrı varlıklar olarak dünyanın üzerinde görüyorum zannediyorum. Ama ne zaman ki ilim sahibi oluyorum, ilim bana öğretiyor ki bütün bu görüyorum dediğim şeyler sadece beynime ulaşan Işık dalgalarının beynimin içinde oluşturduğu bir görüntüden ibaret! 
Nasıl ki Avatar filminde adam sembolik olarak anlatıyordu, cihazın içine yatıyor gözlerini kapatıyor bir başka boyutu yaşıyor ama o gördüğü boyutun tamamını o yattığı yerde ki beyninin içinde görüyor. Bunun Gibi, hepimiz tamamen dışarıdan gelen enstantanelerden oluşmuş bir hologram dünyada yaşıyoruz...
Ben burdan kalkıyorum gidiyorum ama sen enstantanelerimden oluşan bir video albüm senin beyninin içinde hala beni görüyorsun düşünüyorsun ve beni hatırlıyorsun. Nerde seyrediyorsun beni? Kendi beyninin içindeki dünyanda. Doğdun andan itibaren olay hep böyle cereyan ettiği için beyninde, bunun beyninin içinde devamlı gördüğün bir dünyan olduğunu anlıyamayıp, gerçekten Böyle bi dışarıdaki dünyada yaşıyorum diyorsun ki, dışarıdaki dünyada neler olup bittiğinin asla ve asla hiçbirşekilde farkında değilsin... 
İşte onun için tasavvufta senin dünyan yalan dünyadır gerçek dünya değil, hayal dünyasında yaşıyorsun gibi anlatımlar edilmiştir. Ve bu hologram dünyana giren enstantaneler hiçbir zaman gerçek varlığı sana tanıtmıyor. O giren enstantanelerin oluşturduğu bir dünyada yaşıyorsun. O kişinin gerçekte ne duygularına vakıfsın ne düşüncelerine Vakıfsın ne hissiyatına vakıfsın ne bildiklerine vakıfsın, hiçbirşey. Sadece o an için ondan aksedenlerden oluşan bir albüm seyrediyorsun, bir video film seyrediyorsun. Yani bunu şöyle anlatmaya çalışıyorum, sanki beynimin içinde büyük bir tiyatro salonu var, o salonun arka kısmında oturuyorsun, ön sahnede bu olay mevcut, sen ordan buradakileri seyrediyorsun, veya bazen koltuktan kalkıyorsun İŞTE ŞU ANDA BENİM YAPTIĞIM GİBİ olaya müdahil oluyorum olaya karışıyorum ve birşeyler anlatıyorum! Ama bütün bunlar hep benim dünyamda benim beynimin içinde olup bitiyor... 
Bu kayıtlar beyine girdiği içinde burdan kalkıyorum eve gidiyorum burayı düşünüyorum bu kişileri düşünüyorum. Orda bunları düşünüyorum dediğim zaman senin bunlardan haberin varmı? Hayır. Ben kendimdeki senle beraberim. Sende sendeki benle berabersin. Bununla bağlantılı olarak şu hadisi söyleyeyim. Soruyorlar Resulullah'a: Ben seninle beraber olacakmıyım ya Resulullah? Kişi sevdiğiyle beraberdir diyor! 
SORU: Peki eski enstantaneler kilitlenmeye de sebeb oluyormu? 
ÜSTAD: Zaten olmuş bile. Enstantaneler dediğin şey şartlanmalar diye anlattığımız şey zaten. Seni yetiştiğin çevrede şartlandırmışlar. Ama tarikat şartlarıyla şartlandırmışlar ama sosyal şartlarla şartlandırmışlar ama başka türlü şartlandırmışlar. Neticede sen belli şeylerle şartlandığın için onun dışındakilere karşı kilitlenmişsin. Onları algılayıp değerlendiremiyorsun. Ve o şartlandığın şeylerin mutlaka terside var yaşamda. Her neyi ele alırsan onun bi terside mutlaka var. O tersi dolayısı ile de, senin yanmaların başlayacaktır. Çünkü şartlanmana ters gelen bir gerçekle karşılaştın. Karşılaşacaksın, karşılaşmama şansın yok. Şartlanman varsa mutlaka bir gün onun tersiylede bir yerde bir zaman karşılaşacaksın. Karşılaştığın zaman da yanmaya başlayacaksın... 
SORU: Peki o zaman asıl bakan neyi görüyor? Gördüklerimiz enstantaneler şekiller, asıl görülen ne? görmek diye birşey yok. Sırf şekilleri algılıyorum dünyamı yaratıyorum tamam bu belli, ama bunun altında görülmesi gereken birşey varmı? 
ÜSTAD: Var! Onu ben anlatıcam. Anlatıcam ama sen onun ne olduğunu hiç bir şekilde anlıyamayacaksın. Sende anlıyamayacaksın kimsede anlıyamayacak. Ama ben anlatacam. Çünkü senin şu zamana kadar veri tabanına soktuğun şartlanmalar, doğru budur diye verdiğin hükümler, senin beyninde yoğun kilitlenmeler oluşturmuştur. Hepinizin şu anda kendine göre o şartlanmalardan kaynaklanan yetiştiği çevrenin ananın babanın arkadaşının bilmem neyinin getirdiği sana yüklediği şartlanmalardan dolayı, ve de kendini yoğun biçimde ben bu bedenim diye kabullenmenden dolayı, daha da hakikatıyla bu ikinci beynin esareti altında yetişip gerçek dünyayı farkedememesinden dolayı, tıpkı anne karnında büyümüş ve bir hücrenin içinde dünyaya gelmiş bi çocuğun 40 sene sonra dışarıda dünya var dediklerinde dışarıda dünya yok herşey bu hücreden ibaret demesi gibi, sende bu yetişmiş olduğun ortam ve sürecin şartları ve şartlandırmaları dolayısı ile bunun ötesini ben sana ne kadar anlatırsam anlatayım, ANLIYAMAZSIN! Bunu anlaman için çoook yoğun çalışmalar yapman lâzım. 
Üstad Ahmed Hulûsi

21 Mayıs 2013 Salı

O SURETTE SANA YÜZÜNÜ GÖSTEREN, O ' dur...

İç bâde güzel sev ... Var ise aklı şuurun!
Dünya varmış, tâ ki yokmuş!!! Ne umurum!!!
Bunu duyan şekil ehli hemen diyor ki:
“HÂŞÂAA!!!!!
İçki haramdır... Şarap haramdır!”
Bunu duyan cevap vermiş öteki;
”Ben doldurur ben içerim, o yâr benim kime ne?
Sofular haram demiş bu aşkın şarabına,
Ben doldurur ben içerim... O yâr benim, kime ne!!!”
İşte "İÇ BÂDE" dediği BÂDE, rakı şarap viski votka değil... !!!
AŞK!
O aşk ile dol ki, güzel sev!. Güzeli sev!
”Güzel” kimdir?
Kaşı güzel, gözü güzel, ağzı burnu, yüzü güzel mi?...
Bunu da Hz.Rasûl aleyhisselâm açıklıyor;
“İnnallahe cemilûn muhibbûl cemâl.....
ALLAH GÜZELDİR; GÜZELİ SEVER!
Aşk ile dol; o aşk ile benliğin- varlığın yansın...kül olsun...yok olsun...bitsin..Ve o zaman gör ki, varlıkta o TEK VECİH sahibi olan GÜZELDEN BAŞKA BİRŞEY YOKTUR! Ve O'nun sevgisiyle dol, O'nun sevgiyle yaşa...
İşte o zaman, Dünya varmış...yokmuş!!!!..
Bir kadına âşık olursun bir erkeğe âşık olursun, gözün hiçbirşey görmez.
Ne para, ne pul, ne mal...Hepsinden geçersin..
Yedi sülâleyi terkedip gidersin...
Niye?...
O âşık olduğun kadın veya erkek uğruna...
Hiç, bir kadın veya erkek uğruna bir şey terkedilir mi?...
TERKEDİLİR!!!
Niye terkedilir?...
Sen niye terkettiğinin farkında değilsin!..
Çünkü sevdiğinin kim olduğunu bilmiyorsun!...
Sende terki meydana getiren sevgi, aşk; her ne kadar gafletin dolayısıyla o sûrete gibi sanırsan da, o sûrette sana yüzünü göçterenedir.
O sûrette sana yüzünü gösteren, ALLAH'tır!
Kim nerede ne zaman neye âşık olmuşsa, neyi sevmişse gerçekte onun sevdiği, sadece ve sadece ALLAH’tır!
Allah kendi güzelliğini, kendi hüsnü cemâlini bir sûretten zâhir kıldığı zaman ona âşık olmamak mümkün değildir!
İşte, bunu bazen zâhir yollu yapar... Bazen bâtın yollu yapar..
Bâtın yollu gösterirse sen sanırsın ki Ayşe’ye, Fatma’ya, Ahmed’e Mehmed’e âşığım!!!
Ve o aşkın uğruna neler yaparsın, neler...
Ama sana zâhir yollu gösterirse, o zaman gördüğünün kim olduğunu bilirsin.. Aşkı yaşarsın... Aşkla dolar, aşkla taşar, deli divâne olursun...
Bu yüzden Hz. Rasûl Aleyhisselâm buyurmuşki:
"Aşk, cünûnun bir cüz'üdür!."
"Delilikten bir cüzdür, AŞK!"
AŞK, katlanılması ÇOK GÜÇ BİR ŞEYDİR!
“En nârûl aşk!” -"Ben aşk ateşiyim!” diyor, Seyyid Ahmed Rufai!
Bir yandan semâ yapıyor, bir yandan da “En nârûl aşk!” -"Ben aşk ateşiyim!" diyor,
Onu gören yanıyor yakılıyor peşinden koşup gidiyor. Kadını erkeği...
Ondan vechini gösteriyor ALLAH!
Her ne kadar adını Ahmed Rufâi koymuşsa da O resmin ardında kendini izhar ediyor!.
Mümkün mü, Onu görüp de peşinden gitmemek?...
Her nerede ne ki sana benliğini unutturup peşinden koşturuyor, O ALLAH’tır!
Ama hâşâ ki o sûret ile Allah’ı kayıt altına alma!
Onun vecihlerinden bir vecihdir O!
Onun yüzlerinden bir yüzdür O!
O yüzde zâhir olduğu gibi hadsiz hesapsız yüzlerde de zâhir olur.
Zaten oluyor....
Herkesin bir sevdiği vardır..
Allah'ı bilmek kolay değil...
Allahı bilmek zordur!
Allahı bulmak, zorlardan çok çok zordur!
Varlığını yok edip de varsandığın vehminin sana var sandırdığı Bâki olanın Allah olduğunu bilebilmek, yeryüzünde ender kere zevâta mahsustur!
Onun için, Allah’tan isteyin...Deyin ki;
"Allahım! Zâtını izhar için seçtiklerinden eyle beni!”
Ama diyeceksin ki;
"Ezelde olmuş bitmiş, şu halde benim duama bağlı değil"
Eğer ezelde sana Zâtını izhar için varolma şansını vermiş ise sana zaten bu duayı kolaylaştıracak ve bunu talep ettirecek ve bunun neticesinde de onu verecektir!.
Yok eğer bundan nasibin yoksa, bu ayrılığı ve gayrılığı,bu ayrılığın gayrılığın perişanlığını yaşamak için varolmuşsan, bu yoldan gidemiycen güneş görmüş yarasa gibi gözlerini kapatıcan ve gül peşinde koşan bülbül değil, ateşi arayan semender gibi yaşayacaksın!..
Öyleyse, sana yüzünü gösterdiği zaman SAKIN GÖZLERİNİ KAPAMA!
Daha bir aç!
Daha bir aç!
Daha bir aç! 
Üstad Ahmed Hulûsi

19 Mayıs 2013 Pazar

Yaşama Sevinci ve polyanacılık Hk. (Üstün Dökmen) 18 January 2012

Mutsuz ve üzgün olunca hep birilerini, yada bir şeyleri suçlarız.İşte burada da en önemlisi  olaylara iyimserlikle bakmak,küçük şeylerden mutlu olarak büyük mutluluklara ulaşmak mümkündür.Hepimizin çocukluğumuzda masallarını okuduğumuz,çizgi filmlerini izlediğimiz polyanna gibi olumsuzluklardan olumlu bir yön çıkarabilmeliyiz. Her olumsuzlukta kendimizi salarak iyice kötüye gitmektense,bunda da bir hayır vardır daha da kötüsü olabilirdi diyebilirsek  mutsuzlukları en aza indirmiş oluruz.Bakın Prof. Dr.Üstün Dökmen polyanacılık  ve mutlu olmayı nasıl açıklıyor. 

POLYANNAMutlu Olmak Polyanna’cılık mı?

Mutsuz olmayı, şuna buna söylenmeyi, karamsarlığı öylesine derinden öğrenmişiz ki, “Bu ülkede yaşanmaz” ve nihayet “Batsın bu dünya” demeye hakkımız olduğunu düşünüyoruz sonuçta. Ve daha da kötüsü, iyimser birini gördüklerinde canları sıkılıyor kötümserlerin, adeta “Şuna bir şey söyleyeyim de keyfi kaçsın” diyorlar içlerinden. Yıllardır seminerlerimde iyimser olmanın öneminden söz ettiğimde en az bir kişi çıkıp “Hoca iyi de o zaman bu polyannacılık olmaz mı?” der. Bu karamsarlığa prim veren bakış tarzı beni üzüyor. Şimdi söz konusu cümleye tekrar bakalım:

“İyimserlik, küçük şeylerden mutlu olmak polyannacılık sayılmaz mı?

Bu görüşte, sanırım iki hata var. Birincisi “iyimserlik eşittir polyannacılık” iddiasıdır ki bu doğru değildir. İkincisi böyle söylendiğinde polyannacılığın kötü olduğunu kim söyledi?

Polyannacılık, kayba uğradığımızda, elimizde kalanları fark etme ve sevinme becerisidir. Polyannacılık bir psiikolojik savunma mekanizmasıdır, aşırı olmadan yerinde kullanıldığı sürece, kişiyi kaygıdan, sıkıntıdan korur, kişinin yarına kalma ihtimalini arttırır. Polyannacılık, kendini avutmak değil, bardağın dolu yanını fark etmektir.

Diyelim ki birisi bir bacağını kaybetti. Şüphesiz bu kötü bir durumdur. Ancak bu kişinin önünde iki yol uzanır:

Birinci yol, bir bacak gittiği için yaşamdan elini çekmek, sürekli üzülmek, artık hiçbir şeyden keyif almamaktır. İkinci yol ise şudur: Kişi eğer geriye dönüş yoksa, mevcut durumu kabullenir, elinde kalan bacak için sevinir, yaşamdan elini çekmez, yaşama sevincini kaybetmez. İkinci yol polyannacılıktır. Polyannacının ömrü, birinciye oranla daha kaliteli geçer.

Polyannacı tavır, Çin atasözünü hatırlatıyor. Şöyle demiş Çinli:

Tanrım, bana değişebileceğim şeyleri
değiştirme gücü ver.
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmemi sağla.
İkisini ayırt edebilmem için de akıl ver.

Değiştiremeyeceğimiz kayıplar karşısında, yaşama sevincimizi kaybetmemek polyannacılıktır. Karamsarlığa oranla da herhalde daha gerçekçi bir tavırdır.

……………………….

Üstün Dökmen


15 Mayıs 2013 Çarşamba

Unutma

Unutma! Yüreğinde bir ismin imzası var ve sen onu silemezsin. Söküp atamazsın, ne kadar uğraşsan da.... Seninle beraber büyür içindeki sızı. İlk önce onu hissedersin başkasına dokunduğunda.

 

Unutma! Bir kere sevdin mi, uzun uzun yanarsın. Sitemler, öfkeler birikirken içinde, sen azalırsın. Dilinde küfür, elinde kadeh eksik olmaz Günler böyle geçer; alışırsın.

 

Unutma! Sabahlar artık gecikir. İster sağa dön ister sola, gözüne uyku değil gidenin hayali gelir. Kendini şiirlere verirsin. Elin sigaraya gider her on dakika da bir; fena zehirlenirsin.

 

Unutma! Bir süre güvenmeyeceksin kimseye, kendine sığınacaksın. Aşk konuşulduğunda sen susacaksın. Of larla ah larla başlayacaksın her cümleye. Çevrende senden başka herkes haksız olacak. Senin haklılığınsa çaresiz gidecek çöpe.

 

Unutma! Bir gün kaldığın yerden başlayacaksın, biri seni bulacak. Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan, biraz ürkeceksin. Ne kadar dirensen de nafile, insansın sonuçta, seveceksin. Eski acılara bakıp da küsme sevdalara. Gavura kızıp da oruç bozulmaz. Sök at kafandan acabaları! Bir kemik, aynı yerden iki defa kırılmaz.

 

Artık kararmaz gecelerin. Bir daha yaşlar akmaz gözünden. Sabahların gecikmez. Kim bilir ağladığın günlere gülersin. Bir defa öldün ya zamanında, bir daha ölmezsin…

 

Can Yücel



14 Mayıs 2013 Salı

Bir kadını ağlatmak..

Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya… En az erkekler kadar yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir.Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!

İşte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra.

Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte.

Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli… Ve kadın ağlar; hem de çok!

Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları. Her damla bir derstir çünkü.

Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler.

İçlerindeki zehirdir onları öldüren! Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.

Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar.

Zaman geçer sonra. Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı…

Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.
Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan…

İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar.
Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar.

Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların. E.. o zaman niye sarılsınlar ki!

Niye sarılalım ki!

Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.

Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır.

Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.

Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.
O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!

Aziz Nesin...

Aşk

Aşk ağır yükler bindirir omuzlara ne taşımaya gücün olur nede atmaya cesaretin olur çığlıklar arasında sağır ve dilsiz olursun ne duyup anlatma isteğin olur ne de anlatmaya mecalin, aşk diye birşey yaşarsın ne tek taraflı demeye dilin varır nede karşılıklı olduğuna ıspatın sadece sessizce beklersin...

Hz.MEVLANA

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Anneler günü...

Bu akşam olsaydık mesela... Akşam eğlenirdik beraber sen sahnede ben yanında.. Sonra uyusaydık ve sabah olsaydı erken kalkıp güzel yemek yiyip önce bizim anneye uğrar sonra seninkinin yanına giderdik mesela... Anneler günü kutlu olsun... Seni doğurmuş ya karşıma çıkarmaya sebeplerden biri olmuş ya keşke tanıyabilseydim.... Sen şimdi aramayıda unutursun... Çok istrdim hatırlatmak ama söz verdim kendime önce seni rahatsz etmicem ....


              Anneler günü kutlu olsun......

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Sadece sen...

Kalemimin ucundan damlayan yürek sesim
Nasıl başladığına bilemediğim
Çözemediğim gönül bağım
Bir kıvılcımla 
Yüreğimi yakan bir sevda yangınım.

Sen gitmek isteyip te gidemediğim şehir
Dokunmak istedikçe uzaklaşan bir hayal
Özlemlerle örülü bir orman yangınım
Yaktıkça yakan sevda ateşim.

Sen tadına doyulamayan bir ömür meyvesi
Kimi zamanlarımdan çalış larım
Zaman hırsızım
Tadına doyamadığım, cennet mevsimim
Sen cesaret sizliğim, korkaklığım la ördüğüm
Dönmeyi başaramadığım hayat yolum.

Sonum ilklerim hece hece ezberim
Sen yüreğimdeki son durağım
Benim ol diyemediğim
Kaybetmeyi istemediğim huzur limanım.

Evet sen işte sen sadece sustuğum
Her sustuğumda bir kelam beklediğim
Sen sen işte öyle sadece sen..

Sami Arlan..

Peki sen?

BEN KADINIM… 

Gururun olurum bazen. Hiç ummadığın zamanda zekamla şaşırtır, yine beklemediğin bir anda aptalı oynayarak hayretler içerisinde bırakırım seni. Farklı özelliklerimle yaşamına renk katarım. Biraz gizemli, biraz tutkulu. Bazen de isteyerek aptal..!

BEN KADINIM… 

Çok güçlüyüm. Dört bir tarafım demirden kale gibi. Hiçbir düşmanın girmeye cesaret edemeyeceği kadar güçlü. Ama bir o kadar da kırılgan ve narin. Hiç beklemediğin bir anda kırılıveren, bir yüreğe sahibim. Bu anlarda beklerim sevgi sözcüklerini. Korkma şımarmam. Sevgini duymak isterim senin ağzından. Ne kadar inansam da beni sevdiğine her zaman o iki kelimeyi duymak, beni BEN yapar. Çok zor değil ki bunu söylemek; "SENİ SEVİYORUM" diyebilmek. Ama öylesine değil, laf olsun diye değil, içten gelerek..!

BEN KADINIM… 

Beni ben yapan özelliklerin başında gelir "SEVGİ". Çok şey beklemem senden. Bilirim gün boyu yoğunluğunu; iş gücünü, çalışmandaki güçlükleri. Suskun ve sabırla beklerim. Özgür kalmak istediğin zamanlar olduğunun da farkındayım. Orada başlar belki kıskançlık duygularım. Ama her seven kadın gibi ben de kıskanırım . Biraz hoşgörü ve dürüstlük beni sana çeker. Biter kıskançlık krizlerim. Beni anlamaya çaba gösterdiğin anda yüreğim affeder her hatayı..!

BEN KADINIM… 

Sana senin canından can verebilir, o canlara gözümün bebeği gibi bakarım. Tıpkı ve hâlâ sana baktığım gibi..! 

BEN KADINIM… 

Sevgimin ve gücümün farkına vardığın vakit, yere göğe sığmaz umutlarım. Hiç düşünmeden, bir tek sözünle dünyanın diğer ucuna giderim. Seninle bir olduktan sonra her yer aynıdır benim için..!

BEN KADINIM… 

Çelik gibi SAĞLAM, bir o kadar da NAİF. İçime KARLAR yağar bazen, üşür YÜREĞİM, incinirim ufacık bir SÖZDEN. Sevgini HİSSETMEK ısıtır beni, yakar BEDENİMİ kulağıma fısıldadığın o iki kelime..!

7 Mayıs 2013 Salı

BİLİNÇALTIMIZDA DERİNLERDEKİ DEĞERSİZLİK DUYGULARIMIZ.. TANIMI.. NASIL TANIRIZ.. NASIL ŞİFALADIRIRIZ

Değersizlik Duygusu, 0-10 yaş arasında kişinin aldığı travmalarla, her doğan çocuk kadar çok değerli olmasına ragmen, kendisinin değersiz olduğu illüzyonunun farkında olmadan bilinçaltına yapışarak, hiç farkında olmadığı boyutta, mantık dışı yetişkin hayata kadar taşınmasıdır.. Kişi genellikle bilinç düzeyinde farkında değildir.. 

Ne zaman ki yetişkin hayatta ilişkilerinde şiddete maruz kalır, bir türlü kendini kurtaramaz, şiddete ragmen ilişkilerde kalır, ya da sık sık şiddet uygular ya da bir kurban olarak ne kadar saygı gösterilmediğinden, aşağılandığından, aranmadığından, ne bahtsız olduğundan şikayet eder, o zaman bilin ki değersizlik duygusu derinlerde hortluyordur.. ayrıca Yetersizlik duygularıyla ilgili yazdığım herşey Değersizlik duyguları için de geçerli.. Bir önceki yazım yetersizlik duyguları üzerineydi..

0-10 Yaş arası çocuklarda nasıl değersizlik duygusu gelişir? :

- Ebeveyn çocuğa AŞIRI KORUMACI ve dolayısıyla BASKICI bir tavır sergiliyorsa.. Örn: ‘’sen yapamazsın, ben yapayım’’, ‘’bana tutun düşersin’’, ‘’herşeyi bana anlatmak zorundasın’’, ‘’sokağa çıkıyorsun üşürsün bunu da giy’’ gibi kişinin kendi kendine deneme yanılma ya da yanılmama şansı verilmemesi, kendi duygularını anlama ve o doğrultuda davranma hakkı tanınmaması, kontrol, ve ona yetersiz olduğu düşüncesinin verilmesi.. Ebeveyn bunları kötülük olsun diye yapmaz, aslında iyi niyetlidir, onları yargılamıyoruz.. Bazı çocuk bunu alır bazısı almaz.. Bu verilen eksiklik duygularını çocuk da alıyorsa, degersizlik duygularının temelleri atılmış olabilir 

- Ebeveyn kendinde zannettiği suçu farkında olmadan bir başkasına yükleme içgüdüsü ile ya da yalnız kalma korkuları ile çocuğu kendine bağımlı kılacak şekilde davranarak, çocuğa ‘’SUÇLULUK DUYGUSU’’ veriyorsa ve çocuk da bunu alıyorsa.. Burda yine suçlu kişi ya da kasıtlı bir kötü niyet yok.. Yargılamıyoruz ancak yüzleşiyoruz ve bunların bize zarar vermiş olduğu gerçeğini kabul ediyoruz ;)

- MÜKEMMELİYETÇİ ebeveynlerde sıkça rastlanan aşırı eleştirmek ve çocuğun ebeveynin istediği gibi bir çocuk olmasını aşırı istemek ve empoze etmek durumunda, çocuğun kendi doğası ve özü dikkate alınmıuyorsa ve onunla ilgili kararlarda çocuğun hiçbir etki altında kalmadan kendi fikri sorulmuyorsa

- ŞİDDET ile büyüyen tüm çocuklarda
- Çocuğun kendi HAYALGÜCÜ desteklenmeyip ‘’gerçekçi olma’’ adı altında çocuğun hayalleri baskılanmışsa
- Bu yaş diliminde anne, baba ya da çok yakın başka yakın bakıcıların ani KAYBI ve çocuğa bunun sağlıklı bir şekilde anlatılıp kabulü sağlanmamışsa.. Çocuk henüz gelişimi icabı benmerkezci olduğu için kendisinin yüzünden oldu zannedebilir ve bu suçluluk duygusunu uzun yıllar taşıyabilir
- Çocuğun ‘’çocuk’’ zannedilip KANDIRILMASI, yalan söylenmesi
- Bu yaş dlimindeki çocuğun bakımının ruhsal, fiziksel ve zihinsel sağlıkla gözetilmemiş olması, TAM BİR BAKIM verilememş olması
- Ebeveynin KENDİ MUTSUZ İÇÇOCUĞU ile fazla meşgul olmasından dolayı, yani kendini sevmeyip dışarıdan onay, ilgi ve sevgi almaya çalışırken, gerçek sevgi ve ilgiyi çocuğuna verememiş olması
- KOŞULSUZ sevgi görmemiş olmak.. Büyürken onaylanmamız için koşullar varsa ve biz kendimiz olmaktan çıkmış, koşullara göre davranmayı öğrenmişsek
- Ebeveynin aşırı çalışıyor olması, işinin ve diğer herşeyin çocuğundan DAHA ÖNEMLİ olduğu hissini vermesi
- MUKAYESEyle büyüyen çocuklar.. Yetersizlik ve değersizlik duyguları kaçınılmaz.. Daha sonra hayatları boyunca kendilerine yeni bir referans ararlar, hırs yaparlar ve sonuç alınca da buna ‘’Başarı’’ derler.. Halbuki içlerindeki özden gittikçe uzaklaşarak kendi gerçek derindeki onları asıl mutlu edecek enerjiyi bilemeyebilirler.. Derin bir boşluk ve yalnızlık hissedebilirler..
- Cinsel, bedensel, ruhsal ve zihinsel İSTİSMARA uğramış tüm çocuklar
- Kibir ve aşağılamayla büyümüş tüm çocuklar
- Fikirlerine değer verilmemiş, fikri pek de sorulmamış çocuklar
- KORKUTULARAK büyümüş tüm çocuklar

Bizde Değersizlik Duygusu olduğunu nasıl anlayabiliriz??

1) Şiddet gördüğümüz ilişkilerde şiddete ragmen kalıyorsak.. ve şiddet görmeye devam ediyor, görmezden geliyorsak.. Bakınız benim geçen hafta yazdığım ‘’Şiddet’’ üzerine yazım ?.. İlişkide yürüyüp gitmiyorsak ve çözüm sağlamıyorsak, kendimizi şiddete maruz bırakıyorsak.. Bu çok önemli arkadaşlar.. Değersizlik duygumuzun en önemli göstergesi.. Onun için o yazıyı yazdım ve uzun uzun tarif ettim.. Okuyabilirsiniz..
2) Kendimizin mantıken iyi şeylere layık olduğumuzu düşünsek bile, kendimizi aslında cezalandırırcasına kendimize acı verirken buluvermemiz
3) İçimizde birçok istekler olup, bir türlü yapamıyorsak, başlıyamıyorsak, sonuçlandıramıyorsak
4) En sevdiğimiz bir şeyleri tam yapacakken bir şeyler ters gidiyor, kaza geçiriyor ya da yaralanıyorsak ?
5) Başkalarının, sevgilimizin, eşimizin bize iyi davranmadığından, insanların ne kadar da kötü davrandığından işimizden, vs sürekli şikayet ediyor ama değişmek için bir şey yapmıyorsak.. yani kurban rolüne takılıp ordan çıkmıyorsak
6) Yaşam secimlerimiz bize zarar verebilecek yöndeyse
7) Sigara, aşırı alkol, madde, uyuşturucu vs kullanımı
8) Bir insana aşırı bağlanıp bir türlü kopamıyor, o hayatımızdan çekilirse aşırı dağılıyorsak, yıkılıyorsak
9) Aşırı kaybetme korkusu gelişmişse

Nasıl şifalanabiliriz??

- Öncelikle FARKINDALIK
- Sonra farkettiğimiz herşeyi KABUL.. Tek tek yazarak ve yüksek sesle kendimize tekrar ederek.. yargılamadan ve kendimizi suçlamadan olması çok önemli
- OLUMLAMA: ‘’Şuanda içimde bir değersizlik duygusu olduğunu farkediyorum.. Bu duygumu olduğu gibi Kabul ediyorum ve bu duyguma ragmen kendimi derinden seviyorum ve koşulsuz sevmeyi seçiyorum.. Değersizlik bendeki geçici bir ilüzyon ve bunu şifalandırmaya şuanda niyet ediyorum.. Ben değerliyim.. Dünyaya bir değer olarak geldim.. Bunu idrak etmeyi seçiyorum.. Herhalimle çok değerli ve tekim.. Yüce Varoluşun çok değerli bir parçasıyım.. Şuandan itibaren kendime çok değer vermeye, hakettiğim özeni göstermeye karar veriyorum.. Sağlıklı beslenip, sağlıklı nefes alıp, sağlıklı düşünüp sağlıklı davranmaya niyet ediyorum.. Beni mutle eden durumlar ve insanlarla birlikte olmayı seçiyorum.. Kendime şiddete izin vermiyorum ve yumuşak şefkat dolu olmayı ve şefkatli insanlarla ilişkide olmayı seçiyorum.. Ben değerliyim.. Buna inanıyorum.. Bu dünyaya kattığım ve katacağım değerleri sıralıyorum’’ deyin ve bunu gerçekten yapın.. Kimbilir içinizde ne cevherler var.. Bunları bulun, kendikendinize bulamıyorsanız yardım alın 
- Bağımlı olduğunuz maddeleri ve bağımlılık ilşkilerinizi bırakın.. En hızlı olabilecek şekliyle.. Gerekirse yardım alın..
- Hayatta sadece sevdiğiniz, seçtiğiniz ve istediğiniz şeyleri yapmaya kararlı olun.. Uygulayın.. bahaneleri ortadan kaldırın 
- Hergün hayal edin.. Bir bakın görün bakalım ne tip hayaller size mutlu ediyor,, neleri hayal ederken, kendinizi nasıl hayal ederken huzur ve huşu ve tatlı bir sevinç ve hafiflik içinde kendinizi buluyorsunuz.. O hayalin peşinden gidin o zaman.. korkmayın.. Ne demiştik korkuya ragmen cesaret!.. Kendinizi gerçekleştirdikçe, KENDİ DEĞERİNİZİ HİSSEDECEĞİNİZ ŞEYLER YAPTIKÇA ve kendinizi onayladıkça Değersizlik Duygularınız kendiliğinden azalacaktır.. Göreceksiniz..

30 Nisan 2013 Salı

Bilinçaltının Yüklerini Bırakma (Bağ Kesme Çalışması)


Ben'im, Sen'im, Bir'iz, Yeni Yaşam Okulu'nun durumunu paylaştı.
Yazar: Cenk Sabuncuoğlu

Bilinçaltının Yüklerini Bırakma (Bağ Kesme Çalışması)
Geçmişinden, çevrendeki insanlardan, annenden, babandan, sevdiklerinden, çatışma yaşadığın kişılerden yaşadığın alandaki herkesten ve her olay ve durumdan aldığın bilinçaltı kalıpların varlığında ve dış dünyanda çatışmaya sebep oluyor. Varlığının sonsuzluğu bu sınırlı kalıplarınla çatışıyor doğal olarak. Bu çatışma dış dünyanda da çatışma ile problemlerle karşılaşmana neden oluyor. Bu uygulamada bu yüklerin her birini tek tek bırakacak özgürleşeceğiz.
Rahat olacağın bir yerde rahat bir pozisyonda otur. Gözlerini yavaşça kapat. Ağır ağır ve derin nefesler al. Üç derin nefes alışverişinden sonra hayatında en fazla çatışma yaşadığın kişiyi gözünün önüne getir. Bu kişi bir arkadaşın olabilir, tanıdığın olabilir, bir akraban olabilir. Şu an hayatında olabilir, ya da geçmişte hayatında olmuş bir kişi olabilir. Hatta şu anda hayatta olmayan biri de olabilir. En fazla çatışma yaşadığın kişiden başla. Her seferinde bir kişi ile çalışacaksın.
Gözlerin kapalı, derin ve ağır nefesler alıyorsun. İlk önce çalışma yapacağın kişinin karşında olduğunu gör. Şu anda o kişi karşında. İmgesel olarak göremesen de yalnızca karşında olduğunu hisset. Şu anda o karşında duruyor. Ne hissediyorsun. Daha önce yaşadıgınız o çatışmadan dolayı ona kızgın olabilirsin, ya da sen bir şey yaptın, bunun suçluluğunu taşıyor da olabilirsin. O kişiden korkuyor olabilirsin hatta nefret ediyor olabilirsin. Ama bil ki bunu sen hissediyorsun. O sadece içindeki kızgınlığın, korkunun açığa çıkması, dışarıdaki yansıması. O sensin. Kendi içindeki, bilincindeki çatışan yönlerini görüyorsun. O sana onu gösterdi. Seni sana gösteren bir aynan, yüzün o. Senin iç dünyanın ayna görüntüsü. İçindeki bu çatışmayı durdurmazsan, hayatında farklı farklı görünüşlerle ayni sorunu yaşayacaksın. İsimler değişecek belki, sahneler degişecek. Ama aynı şeyleri tekrar tekrar yaşayacaksın eğer içinde o çatışan yönünü bırakmazsan.
Şimdi, ona hissettiğin şeyler ne olursa olsun onun gözlerinin içine bak. Ama yalnızca sevgiyle. Çünkü o sensin, senin yüzün. Sevgiyle gözlerinin içine baktıktan sonra ona söyleyeceğin iki cümle çok önemli. Bu seni onun varlığıyla ve evrenle birleştiren iki cümle. Evrenden, her şeyden kendini ayırdığın, büyük resmi göremediğin için yaşadın bunları. İki cümle.
TEŞEKKÜR EDİYORUM.
SENİ SEVİYORUM.
Bu iki cümle, seninle onu, çatışma ile çözümü biraraya getirecek. Teşekkür ediyorsun, çünkü o sana senin bir yüzünü gösterdi. Senin olmak istemediğin bir yüz olabilir bu. Ama en mükemmel yüzünü ortaya çıkarman için, önce sen olmayan yüzlerini kendine gösteriyorsun. Kendin olmayan yüzlerini görerek, en mükemmel oluş halini ortaya çıkaracaksın. Kendini hatırlıyor, her an yükseliyor, varlığın muhteşemliğini açığa çıkarıyorsun. Bunun için hayatında mutlaka çatışma yaratman gerekmiyor.Bir şeyleri öğrenmek için hayatında mutlaka zorluk yaşaman, düşmen, kafanı duvara çarpman gerekmiyor. Kafanı duvara çarpmadan da öğrenebilirsin. Acı çekmek burada öğrenmek ya da hatırlamak için kullandığın bir yöntemdi. Ama bu şekilde öğrenmek yerine her şeyi kolaylıkla, acı yaratmadan, sevgiyle, mutlulukla, bollukla hatırlayabilirsin. Acıyı kullanarak öğrenmek senin seçimin. Seçimin ne ise de onu yaşarsın.
Evrene bakarsan her şeyin kolaylıkla olduğunu görürsün. Evrende milyonlarca galaksi trilyonlarca trilyon yıldız var. Devasa boyutları ile doğal halleri ile dönüyorlar. Bir güç sarfetmelerine gerek yok. Bir tohum toprağa düştüğünde doğal hali ile çıkıyor. Bunu içinn ek bir güce, cabaya ihtiyacı yok her şey doğal haliyle ve kolaylıkla oluyor. Işığın müziğiyle birleştiğinde hayatında her şeyin kolaylıkla olduğunu goreceksin.
Gözlerin kapalı, o kişi karşında. Gözlerinin içine sevgiyle baktın. O muhteşem iki sözcüğü söyledin. Seni seviyorum, teşekkür ederim. Sonra ona SARIL. Bunu fizikselleştirebilir kendine sarılıyormuş gibi bir sarılma hareketi yapabilirsin. Bu sıcaklığı hissetmeni sağlayacaktır. Kendine sarılıyormuş gibi sarıl ona. Hisset sıcaklığını. Varlığını içine al. O senin varlığının içinde kabul etmediğin bir yüzün. O yüzünle bir arada olmak durumunda değilsin. Ama o yüzünü de kabul et. O da senin bir yüzün. Bir şeyi bırakman için önce kabul etmen gerekir. Kabul etmediğin, reddettiğin her ne varsa onları çoğaltırsın. Kabul, ruhunun, bedeninin şifasıdır.
Sarıldıktan sonra şunları söyle ona:
“Çok güzel anlar yaşadık, bir yüzümü gördüm ve çok güzel deneyimler kazandım. Ama artık varlığımda bu yükü taşımayı tercih etmiyorum.”
Valığımızda karşılaştığımız insanların yüklerini taşyoruz. Bu sevdiğimiz insanlar için de geçerli. Sevdiğimiz biri bizimle biraraya geldiğinde yaşadığı bir sorunu anlattığında fark etmeden onun yükünü alıyoruz. Aynı zamanda onun hayata bakışını, kalıparını da bilinçaltımıza ekliyoruz. Çatıştığımız insanlar keza onların yüklerini de hala üzerimizde aşıyoruz. Geçmiş denilen zaman diliminde bir olay yaşanmış. Hala hayatımızda bu olayın yükünü taşıyoruz. Bu cümleyi söyleyin ona. Bu cümle ondan ayrılmanız anlamına gelmiyor. Varlığınızın bir parçasından ayrılamazsınız. Her biri bir çünkü. Yalnızca aldığınız, üzerinize yapıştırdıgınız yükünüzü bırakıyorsunuz. Çünkü artık yürümek, mutlulukla koşmak, ışığın muhteşem müziğini yazmak istiyoruz. Her şey birbiri ile bağlı ve bir olduğundan siz bu çalışmayı yaptıgınızda, karşınızda gördüğünüz kişi de yüklerini bırakabilir eğer arzu ederse tabi.
Ona sarıl ve bunu söyle “ama artık varlığımda bu yükü taşımayı tercih etmiyorum.”. Sonra bir adım kadar geriye çık. Göbekleriniz arasında bir kordon ya da ip olduğunu düşün. Bu kordon, varlığına aldığın bu yükü taşıyan kordon. Kordonu gör, bu kordonla bilinçaltı kalıplarını, varlığını aşağı çekecek kabukları aldın. Şimdi eline altın renkli bir makas al. Bu altın renkli makasla o kordonu kes. Kordonun kesildiğini ve ayrıldıgını mutlaka gör. Ya da hisset. Ayrılmaz, kesilmezse tekrar dene. Daha çok sevgini ver. Bazen ip büyüyebilir, dallanıp budaklanabilir. Bu sefer makası büyüt o ip kesilsin ve ayrılsın. İp ayrıldıktan sonra tekrar gözlerinin içine bak, teşekkür ediyorum de ve uzaklaştığını gör. Yavaş yavaş gözlerini aç.
Bu çalışmayı yaparken çözülmeler yaşayabilirsin. Sarıldığında bazen birden bir duygu boşalması yaşayabilir, ağlayabilirsin. Bırak hislerin olduğu gibi aksın sen süreci yönetmeye çalışma bırak kontrolü. Varlığının çatışmaları çözülsün.
Çalışmanın aşamalarını kısaca tekrarlıyorum.
Gözlerini kapa, birkaç derin nefes al,
Çalışma yapacağın kişiyi karşına al,
Gözlerinin içine sevgiyle bakarak, teşekkür ediyorum ve seni seviyorum de,
Sonra ona sevgiyle sarıl ve şöyle söyle “Çok güzel anlar yaşadık, bir yüzümü gördüm ve çok güzel deneyimler kazandım. Ama artık varlığımda bu yükü taşımayı tercih etmiyorum.” Bir adım geriye çık.
Aranızda bir kordon olduğunu gör ya da düşün. Yükü taşıyan bu kordonu altın bir makası eline alarak kes. İpin ayrıldıgını mutlaka gör. Ayrılmazsa makası büyüt. Eğer zorlama ya da direnç hissediyorsan o an o kişiyi bırakıp başka birine geçebilir, başka bir zaman yine aynı kişi için yapabilirsin.
Gözlerinin içine tekrar sevgiyle bakarak, teşekkur ediyorum de, senden uzaklaştığını gör ve gözlerini yavaş yavaş aç.

Bu çalışmayı her seferinde bir kişi için yap. Bir kişi için 2-3 dak. yeterlidir bunun için. Öncelikle en çok çatışma yaşadığın kişilere, daha sonra çevrendeki insanlara, geçmişte yaşamış ya da şu an yaşamayan hayatındaki kişilere, en son sevdiklerine de bu çalışmayı yap. Bir kişi için eğer kordon ayrıldı ise bir kez yapman yeterli. Tekrar tekrar yapman inancının zayıflığını, şüphe duymuş olduğunu gösterir. Bir kez yap ve olduğunu bil. Sevdiklerinle daha güçlü bağlar kurduğunu, daha mutlu ilişkiler deneyimlediğini göreceksin. Çalışma iki taraflı çalıştığından, çatışma yaşadığün bir kişi ile birden daha güzel bir diyalog içine girdiğini görebilirsin. O kişi seni hiç beklemediğin halde hemen ve kısa bir süre sonra arayabilir. Birden çatışmanın çözümlendiğini görebilirsin.
Daha açık, sevgi dolu dostluklar, ilişkiler kuracaksın. Çünkü ilişkilerin yüklerden özgürleşecek. Hayatına artık hizmet etmeyen kişilerin de hayatından birden kendiliğinden çıktığını göreceksin. Çünkü o senin bir yanındı, ve sana yalnızca bir şey anlatmak için yine senin tarafından kendi yüzlerinden birini görmen için geldi. Artık hayatındaki görevi bittiğinden, birden uzaklaştıgını görebilirsin. Hayatına yeni birileri girebilir. Hayatına yeni girenler de senin şu andaki sevgi dolu titreşimine uygun kişiler olacak. Hatırla, içerisi nasılsa dışarısı da öyledir. İç çatışma durduğuda dışarıdaki çatışma da duracak.
Çalışmayı kendinde çatıştığı yanların için de yapabilirsin. Mesela bir konuda endişeleniyorsun, ya da içinde bir yanın seni aşağı çekiyor, korkuya sevkediyor. Bu sefer, kendini karşına al ve bu çalışmayı yap. Karşındaki kendin olsun. Bak gözlerinin içine. Karşındakini tanımla, o sensin, benim …..dan endişe duyan yanım. Teşekkür ediyorum, seni seviyorum. Sarıl, “Çok güzel anlar yaşadık, bir yüzümü gördüm ve çok güzel deneyimler kazandım. Ama artık varlığımda bu yükü taşımayı tercih etmiyorum” dedikten sonra kendi nin o yüzü ile arandaki bağı kes. Bunu aynı şekilde, bağımlı olduğun şeylere yapabilirsin. Herhangi bir hastalığını karşına alıp onunla bağini kesebilirsin. Bu yöntemle birden hastaığın çözülmeye iyileşmeye başladığını görebilir, mucizeler yaşayabilirsin. Hatta calışmayan bir cihazla arandaki baği kestiğinde onun çalışmaya başladığını bile görebilirsin.
Bizim cansız dediğimiz cihazlarımız da enerji ile calıştıklarından bazen bizdeki enerji dalgalanmaları manyetik alan yaratıp onların bozulmasına sebep olabilir. Bazen tuttuğunuz bir şeyin bozulduğunu, ya da elinizde kırıldığını görebilirsin. Uygula bunu, aklına gelen her şeyle yapabilirsin, bitkilerin, hayvanlarınla, bununla oyna ve yaratıcılığınla bu yöntemi kullan. Çok etkili ve hızlı çalışan bu yöntem, ayağındaki taşları, prangaları atmanı, kanatlanmanı sağlayacaktır.

Yüklerini bırak ve KANATLAN.

Düşünce

Mantra ile Mantram sözcükleri arasında çok küçük bir fark bulunmaktadır. Her ikisi de düşüncenin araçları anlamına gelen Sanskrit bir sözcükten türemektedir. Aralarindaki fark ise sudur: Mantram, seslendirilmişbir düşüncedir mantra ise sessizdir.
‘Bunu fark etmiş olsanız da olmasanız da yaşamlarınızı düşünceleriniz aracılığıyla yaratır ve biçimlendirirsiniz. Fiziksel gerçekliğinizin bir parçası olan her şey ilk olarak düşünce olarak adlandırılan saf malzemeden zihin tarafından yaratılır. Bir düşünce aracı olduğu için mantra, yaşamınızı istediğiniz şekilde yaratmanız ve biçimlendirmeniz için kullanabileceğiniz bir araçtır.
‘Şimdi, mantramı kendi yararınıza kullanabilmeniz için ilk olarak zihni ve onun nasıl çalıştığını anlamanız gerekmektedir. Son zamanlarda bilinçaltı kelimesi çok sık duyduğumuz ama anlamını pek kavrayamadığımız bir tanımlamadır. Lamalar, bilinçaltı yerine üst bilinç ya da yüksek bilinç olarak tercüme edilebilecek ve daha yüksek bir düzende ya da işlevlilikte çalışan bilinç anlamına gelen bir sözcük kullanmaktadırlar. Üst bilinçlilik zihninin görevi, saf enerji olan bir düşünceyi alarak ona fiziksel dünyada kati bir biçim vermektedir.
‘Bu konuda üzerine ciltler dolusu kitap yazılabilir ama su an için bilmeniz gereken en önemli şey sudur: Üst bilinçlilik, düşünce sisteminiz aracılığıyla verdiğiniz emirlere uymaya hazır ve hevesli, sadik bir hizmetkârdır. Bir şeyi düşündüğünüzde belli bir emir vermiş olursunuz. Sadık hizmetkârınız ise hemen bu düşünceyi isleyip onu fiziksel dünyadaki olgulara ve yaşamınızdaki olaylara dönüştürür. Bu nedenle fiziksel gerçeklik, sizin düşünce sizin düşünce sisteminizin bir aynasıdır. Düşünce sisteminizi ve biçiminizi değiştirdiğinizde, aynadaki görüntüleri de değiştirmiş olursunuz. Başka sözcüklerle ifade edecek olursak, yaşamınızı değiştirirsiniz.
‘Bu kavram, son derece basit olmasına karsın, pek çok insanin sık sık ayağının takılıp tökezlemesine neden olan bir engeldir. İnsanlar, yaşamlarındaki bazı istenmeyen ya da trajik olayları işaret edip bu olayları kendi düşünceleri ile yarattıklarını kabul etmeyi reddederler.
‘Fakat eğer düşüncelerinizi dikkatli bir şekilde incelerseniz, olumsuz düşüncelerinizin olumlu düşünceleriniz ile çatışma halinde olduklarını göreceksiniz. Bir solukta, ‘mutlu olmak istiyorum’ diyeceksiniz. Ama ikinci soluğunuzda kendinize mutlu olmamamız için yüzlerce neden sıralayacaksınız: Üst üste yığılan faturalar, fazla kilolarınız, gürültücü komsularınız, geciktiğiniz randevularınız vs., vs. Bu nedenle aslında ulamsak istediğiniz amacınız mutluluk olmasına karşın, düşünceleriniz bunun tam tersini yaratmak için aşırı çalışmaktadır.
‘Bir mantram ise, düşünce sistemlerinizi birleştirip, onları en yüksek ve büyük güçlü arzularınızla uyumlu duruma getirmenizi sağlamakta kullanabileceğiniz bir araçtır. Bu son derce güçlü aracı kullanmaya başlamadan önce, yaşamın size sunmasını istediğiniz ödülleri net bir şekilde belirlemelisiniz.
‘Bunu başarmanızı sağlayacak son derece basit bir çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmayı yapmak birkaç dakikanızı alır; bu nedenle bu çalışmayı her ay ya da daha sık tekrarlamanızı tavsiye ederim. Oturup en çok arzuladığınız şeylerin bir listesini çıkarın. İstediğiniz herhangi bir şeye niçin sahip olmanız gerektiğini düşünmeyin. Bunun yerine isteklerinizi çabucak yazın ve aklınıza gelen her şeyi bu listeye ekleyin. ‘Simdi listenizi dikkatli bir şekilde inceleyin ve yazdığınız her arzunun size nasıl bir ödül getirmesi gerektiğini sorun. Bu ödüller sizin peşlerinizde koştuğunuz şeyler olduğu için bunları da yazın. Örneğin, eğer ‘ daha iyi bir is istiyorum’ diye yazdıysanız, daha iyi bir isin size sunacağı ödüllerin gerçekten de neler olmasını istediğinizi yazın. Belki de özel yeteneklerinizi daha iyi kullanmak ya da kendinizi bu alanlarda geliştirmek istiyor olabilirsiniz. Belki de daha fazla para kazanmak istiyorsunuz ve bu sayede elde edeceğiniz güvenliği arzuluyorsunuz. Belki de yalnızca daha dostça ve rahat bir ortamda çalışmak istiyorsunuz.
‘Beklediğiniz ödüllerin daima duygular seklinde ifade edilmesi gerektiklerine dikkat edin. Duygular, ister acı ister tatlı olsunlar, sizin yaşamınızın deneyimlerinizin meyveleridir. Bunlar ödüllerdir. Bu dünyadan ayrılırken, maddi varlıklarınızı geride bırakacaksınız. Ancak duygularınız her zaman sizinle kalacak. Bu nedenle sonsuza dek sizinle kalacak olan yol arkadaşlarınızı iyi secin.
‘Simdi arzularınızın ve elde etmek istediğiniz ödüllerin listesini gözden geçirin. Listeyi yukarıdan aşağıya doğru okuyun ve bunu yaparken her şeyi özetleyebilecek iki ya da üç sözcük belirlemeye çalısın. Bu, ilk baslarda size olanaksız gibi gelebilir. Ancak bir kez dikkatli bir şekilde incelediğinizde, farklıymış gibi görünen arzu gruplarının ve ödüllerin ortak bir amaca hizmet ettiklerini göreceksiniz. Arzularınızı bu tür iki ya da üç gruba ayırın ve bunların tümünü de özetleyecek bir sözcük ya da ifade bulun. Basit bir örnek vermek gerekirse, daha iyi bir ev, pahalı bir otomobil ve yeni elbiseler istiyorsanız, bitin bunların ardındaki temel amaç varlık ya da zenginlik olabilir.
‘Su andan itibaren temel amaçlarınızın berrak bir resmini oluşturmuş olmalısınız; bu nedenle hepsini bir araya getirin ve onları kısa bir buyruğa dönüştürün. Buyruğun, olumlu, kısa ve doğru yönlendirilmiş olmasına dikkat edin. Örneğin, ‘ Hemen simdi, mutluluk, güç ve varlık istiyorum.’ İste onu oluşturdunuz. Buyruğunuzu yüksek sesle söylediğinizde bir mantram olur ya da daha basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, üst bilincinizi eyleme geçmesi için uyaran bir araca dönüşür.
‘Güç kelimesi iyi bir kelimedir çünkü fiziksel bedeninize sağlık, dayanıklılık ve canlılık kazandırmanıza yardımcı olur. Zihinsel düzeyde ise sizi kendi kaderinizin efendisi olmak için güçlendirecektir. Hemen, simdi sözcükleri üst bilincinize bu değişikliklerin ne zaman olmasını emrettiğinizi bildirmektedir: SIMDI. Bilinçaltınız, arzulanan şeylerin bir an önce yaratılması için harekete geçmek üzere emir almaktadır.
‘Simdi bir mantram’iniz var ve bunu eyleme dökmek düşündüğünüzden de kolaydır. Yapmanız gereken tek şey, tam bir inançla ve yüksek sesle söyleminizdir. Korkakça davranmayın. Sesinizin gücünü hissedin ve istediğiniz her şeyi yapacak olan sihirli birisine emir veriyormuşsunuz gibi konusun. Mantraminizi yüksek sesle ve kesin bir inançla seslendirdiğinizde yapmanız gereken her şeyi yapmış olursunuz.
‘Mantraminizi aksam yatmadan önce ve sabah uyanır uyanmaz söyleyin. Ardından da gün içinde belli aralıklarla bu buyruğu tekrarlama alışkanlığı geliştirin. Eğer bir aynanın önünde durursanız doğrudan doğruya kendi gözlerinizin içine bakıp kesin bir inançla mantraminızı tekrarlayın.
‘Ardından, gün içinde düşündüğünüz ve söylediğiniz şeylere dikkat edin. Üst bilinçlilik zihninize, onu karıştırıcı mesajlar verebilecek olumsuz düşüncelerinize ya da sözcüklerinize dikkat edin. Bu tür düşünceler ya da sözcükler mantramin olumlu gücüne zarar verecektir; bu nedenle bu tür bir şeyi fark ettiğinizde durun, derin bir soluk alin ve olumsuz düşünceyi ya da sözcüğü, mantraminizi güçlü bir şekilde seslendirerek ortadan kaldırın.
‘Kuskusuz ki eğer çevrede diğer insanlar varsa, durduk yerde, ‘Hemen, simdi, mutluluk, güç ve varlık istiyorum!’ diyemezsiniz. Bu tür bir durumda, size buyruğu, bir mantra olarak tekrarlamanızı tavsiye ederim. Yapmanız gereken tek şey mantranizi içinizden tekrarlamanız ve sözcüklerin anlamını içinizden derin bir şekilde düşünmenizdir. Sesin gücü tarafından desteklenmediği için mantra, mantram kadar etkili değildir ama yine de son derece etkili sonuçlara ulaşmanıza yardımcı olacaktır.
‘İster bir mantram isterse mantra kullanıyor olun anımsamanız gereken önemli bir şey vardır: Üst bilincinize bir buyruk verirken yalnızca sonuç olarak arzuladığınız şeyin üzerinde yoğunlaşmalısınız. Asla, üst bilincinize bunu nasıl başaracağını, kendi mucizelerini nasıl gerçekleştireceğini söylemeye kalkışmayın.
‘Üst bilinç, sizin tahmin edebileceğinizden çok daha akilli ve yaratıcıdır. Eğer belli bir yöne doğru yönlenirse, asla gözü korkup yolundan dönmez ve asla vazgeçmez; çünkü arzu ettiğiniz şeyi gerçekleştirmenin binlerce baksa yolunu bilmektedir. Eğer düşünceleriniz ya da inançlarınız aracılığıyla, üst bilincinize kendi isini nasıl yapacağını anlatmaya kalkarsanız yalnızca onun olasılıklarını ve sahip olduğu mucizeleri sınırlamış olursunuz.
‘Zihninizin üst bilinç alanı olağanüstü bir alandır. Kelimenin tam anlamında arzu ettiğiniz her şeyin gerçekleşmesini sağlamak için çalışmaktan büyük bir zevk alır.
Arzu, son derece büyük bir güçtür ve bu gücü üst bilincinizi harekete geçirmek için kullandığınızda, sizi yürekten arzuladığınız şeye asla hayal bile edemeyeceğiniz bir şekilde ulaştırmaktan büyük bir zevk alır ve bunu başarmak için heyecanlanır.
‘Bilmeniz gereken bir diğer şey de şudur: Zihnin üst bilinç alanı, düşüncelerinize karşılık vermek için onları yargılamaya kalkmaz. Acı ile zevk, üzüntü ile sevinç, mutsuzluk ile mutluluk arasında herhangi bir ayrım görmez. Bunu daha iyi bir şekilde ifade etmeyi denersek: Üst bilinç için hiçbir duygu iyi ya da kötü değildir. Onun isi, düşünce biçimlerini maddeye dönüştürmektir. Eğer düşüncelerinizi iyi-kötü, mutlu-mutsuz, değerli-değersiz diye ayırsaydı o zaman işini yapamazdı.
‘Kısacası, herkesin her ne arzuluyorsa onu gerçekleştirmesine yardımcı olacak basit sır sudur:
Düşünce sisteminizi değiştirin ve yaşamınız değişsin. Eğer size heyecan veren ya da etkileyen şeyler düşünürseniz, üst bilinciniz yaşamınızı üzücü şeyler yerine heyecan verici ya da etkileyici şeylerle dolduracaktır.
ALINTIDIR

Bu yazıdan çıkarttığım kadarı ile mantram bizim bildiğimiz olumlamaya eş değer bir cümlenin yerine bulunan kelimelerin tekrarlanmasıdır.

Affetme Reçetesi

1-Artık acı çekmemeye karar vermek:

Maruz kaldığınız zarar devam ediyorsa, affetme sürecinin başlaması söz konusu değil. Fakat buna nasıl son verilecek? Şu veya bu nedenle uğradığı hayalkırıklığı ya da ihanet nedeniyle çektiği acıdan dolayı eli kolu bağlanmış durumda olanlar için ilk aşama "artık acı çekmeyeceğim" kararını almak! Bunu yapmak için acınızın sorumlusuyla kendi aranıza bir mesafe koymanız gerekiyor. Fiziki ve psikolojik bütünlüğünüzün söz konusu olduğu bazı önemli durumlarda, birinci aşamaya geçmenin tek yolu yargıya başvurmak. Bunu yaparak zarar veren sorumluluğuyla karşı karşıya bırakılır. Örneğin sizi taciz eden birini affetmek onu adalete teslim etmeye engel değildir. Filozof Simone Weil'in dediği gibi "Sadece cezalandırabildiklerimizi affedebiliriz." Fakat unutmayın, zarara uğrayan sadece isterse affeder!



2-Bir hatanın olduğunu kabul etmek

Geçmiş silinemez, dolayısıyla yapılanı unutmaya çalışmak boş. Savunma mekanizmamızla acıyı, nefreti ve kini bilinçaltımıza iteriz. Fakat bu, yıkıcı etkilerin daha şiddetli hissedilmesine neden olur. Size bu duyguları hissettireni bir hatanın sorumlusu olarak görmek kendiniz ve hayatınız için şart. Psikanalist Gabrielle Rubin'e göre böyle düşünmek insanın kendisiyle yeni bir bağ kurmasına izin veriyor. Bu, psikosomatik hastalıkların gelişmesini ve yeniden aynı duyguların yaşanmasını da engelliyor.


3-Kızgınlığını ifade etmek

Affetmek için "kurban" "cellat"ına kızgın olmalı. Yani kendi acısını tanımalı ve ondan kurtulabileceğini kabul etmeli. Saldırganlık, kızgınlık ve nefret başlangıçta gerekli ve sağlıklı bir psikolojik durumun göstergesi. Kurban kendisine yapılanı inkâr ettiği zaman maruz kaldığı şeyi kendi üstüne almış oluyor.
Kızgınlığını, nefretini hatayı yapana doğrudan ifade etmek çok nadir görülen bir durum. Çünkü hata yapan kendini suçlu olarak görmüyor ya da kurban üzerinde öyle bir etki yaratıyor ki zarar gören hiçbir tepki vermeye cüret edemiyor. Buna rağmen insan kendi içinde bütün bunlardan bağımsızlaşma sürecine girebilir. Bir deftere hissettiklerini yazma, güvendiği bir insana açılma ya da durum çok acı vericiyse psikoterapiste danışma faydalı yöntemlerden.


4-Suçlu hissetmeyi bırakma

Affedecek tarafta olanların büyük bölümü paradoksal olarak başlarına gelenden dolayı kendisini suçlu hisseder. Tam olarak neden yaralandığımızı anlamaya çalışmak, bu duyguyla ona eşlik eden acıyı ilişkilendirmemize izin verir. "Başka şekilde davranmadığım için affedilmezim" düşüncesinden kurtulmak şart. Tecavüz gibi dramatik durumlarda kendini affetmek, hayata devam etmek için vazgeçilmez bir koşul.


5-Size zarar vereni anlayın

Nefret ve kin saldırganlığın devam etmesine neden olabilir. Ancak bir süreden sonra bu durum kişide yıkıcı etkilerini göstermeye başlar. Bundan kurtulmak için kendinizi suçlu olanın yerine koymak iyi bir yöntem. Bu, bize kendimizi kötü hissettiren şeye bir anlam katar ve hatta bazı durumlarda da "kabul edilebilir" kılar. Suçluyu anlamak sadece onu affetmek amacına yönelik olmayabilir. Onun zayıflıklarını da tanımaya yardımcı olur.


6-Kendine zaman tanıma

Affetmek asla olanları unutmak değildir. Çok çabuk affetmek kimseye kendini daha iyi hissettirmez. Önerilen, bunun kendiliğinden olması. Psikanalist Nicole Fabre "Bu sürecin aktif bir parçası olsanız da kendinize zaman tanıyın" diyor. Çok çabuk gerçekleşen bir af, suçlu tarafından tamamen aklanma olarak algılanabileceği gibi, affeden tarafın da kendini kandırmasına, bilinçsizce kin ve nefret hissetmeye devam etmesine neden olacaktır

Affetmek...

Affedemediklerimiz bizim yaşam enerjimizi düşürür, bizi kızgın ve öfkeli yapar, bağışıklık sistemimizi yavaşlatabilir hatta hem fiziksel hem de ruhsal olarak hasta olmamıza sebep olabilir. Hastalıklar vücudumuzun sinyalleridir, genellikle zihinsel, ruhsal ya da duygusal olarak sorunlar olduğunu gösterir. Affedemediklerimiz, yaşadığımız travmalara sebep olan çevremizde ki insanlar ya da bizzat kendimiz de olabiliriz. Affetmek kişisel gelişim sürecinde önemli bir rol oynar. Bize zarar veren bu yükten kurtulmamız yani affetmemiz, özgürleşmemiz gerekir. Affetmek demek, seni ya da kendimi affettim demekle olmuyor ne yazık ki. Bu polyannacılıktan öte geçmez. Kişiyi o anda rahatlatsa bile, derinlerde yatan, bastırılmış olan öfke ve çözülmeyen sorun ileride çok daha ağır bir şekilde patlak verebilir. Affetmek bir süreçtir. Bir gün içinde affetmek sağlıklı bir affetme olmaz.
Affetmek demek olanları sineye çekmek değildir, affetmek demek olanı olduğu gibi kabul etmekte değildir. Affetmek, bildiklerinin en iyisi yapmışlardı demekte değildir. Affetmek, yapılanları onaylamak ya da hoş görmekte değildir. Affetmek olanları unutmakta değildir. Affetmek, affettim deyip özellikle kendimize mutluluk maskesi takmak, sahte gülümseyişler, sahte tavırlarda bulunmak hiç değildir. Affedemediğimiz kişi ve olayın bize verdiği acı vardır bunu yok sayamayız ancak unutulmamalıdır ki affetmeyi gerektiren her travma içinde önemli dersleride barındırır.

Gerçekten affetmek için, bizim değişime ihtiyacımız vardır. Değişmesi gerekenler olduğu için gerçekten affedemiyoruzdur. Bakış açımızı değiştirmeye ihtiyacımız vardır. Olaylara olan bakış açımız değiştiğinde affedilecek bir şeyin kalmadığını görürüz zaten. Neden affedemiyoruz. Bize zarar veren kişi ve olaylara izin veren biz değilmiydik? Bizde o olayların içinde değilmiydik? Bizimde bunda payımız yokmuydu? Kendi sınırlarımızı çizemeyen, öz sınırlarımızın ihlal edilmesine izin veren yine kendimiz değilmiydik? Evet bizdik. Buna izin veren bizdik başkası değil. Affetmek için önce farkında olmak, atılacak en büyük adımdır. Neden insanlara kızgınlık duyarız? Hangi sınırımızı aştılar, bize nasıl bir zarar verdiler? O sınırı aşmalarına biz izin vermeseydik o sınırı geçebilirlermiydi? Tabi bu demek değildir ki bundan sonra sınırlarımızı kale gibi öreceğiz, insanlarla aramızda bize zarar veremesinler diye büyük duvarlar olacak, hele bu hiç değil.

Her birey kendi yaşamından sorumludur ve kendisine ait alanına kimin ne kadar gireceğine de kişi kendisi karar verir. Bazen kendimizi hayatın akışında olaylara öylesine kaptırıyoruz ki, yaşam içinde karşılaştığımız olayların bizde yarattığı öğretiler için ince bir zeka ile planlanmış muhteşem ilahi planlar olduğunu unutuyoruz. Bunun farkındalığını hatırlamak bile bir affediştir. En büyük derslerimizi bize en çok acı veren olaylardan çıkartmadık mı? En büyük affediş yaşanılanlardan gerekli dersi almaktır. Ayrıca haklı olmaya çalışmak kavramından çıkmak demektir. İçsel sınırımızı iyi çizmek, kendimize değer vermek, kendimizi sevmek ve kendimize saygı duymak, özsaygımızı geliştirmek demektir. Bu farkındalığı bize öğreten kişi ve olaylara teşekkür etmek demektir. Gerçekten affetmek, kendimize verdiğimiz en büyük armağandır. Affetmek ayrıca koşulsuz sevgiyi öğrenmektir. Sevginin akmasına izin vermektir. İnsanlarla benzer yanlarımızın olduğunu da görebilmek ve kabul etmektir. Affetmek, sevmekle, bize ait olan sınırları çizmenin ayrımının farkına varmak bunların ikisini birbirine karıştırmamak demektir. Özgüvenimizin ve özsaygımızın artması demektir. Tüm yaşanılan olaylara dışarıdan bir gözle bakıyomuşçasına bütünü görebilmek ve analiz yapabilmektir. İnsanın cevaplarını aynı zamanda dönüp kendi içinde de araması demektir. Affetmeye çalıştıklarımızın bize ayna tutmasına teşekkür etmektir.

Affetmek, farkındalığı ve değişimi içeren bir süreçtir, bu süreçte kristallerden yardım alabiliriz.
İşlenmemiş doğal halde bir ametist kuvars kristali ile pembe kuvars kristalini birlikte kullanılmasını tavsiye ediyorum. Ametistin, bilinç seviyemizi yükselten, farkındalığı arttıran bir etkisi vardır. Pembe kuvars ise özellikle affetme ile ilgili blokajları çözer, derinlerde yatan kin, öfke, nefret gibi bize zarar veren olumsuz duyguları ortaya çıkartıp sevgiye dönüştürür. Enerjisini İlahi ana kaynağın sevgisinden alır ve bu ilahi sevgi titreşimlerini kişiye yansıtır.

Bu iki kristali yan yana kalp hizasına yakın kolye şeklinde taşımak en etkili yollardan birisidir. Eğer aksesuar taşımayı sevmiyorsak o zaman doğal birer parça ametist ve pembe kuvars kayacı ile çalışma da yapılabilir. Yukarıda ki yazıyı iyice okuyup bunun farkındalığına vardıktan sonra;
Sol elimizde pembe kuvars, sağ elimizde ametist kalp hizasında tutuyoruz ve derin bir nefes alıp verdikten sonra aşağıda ki olumlamayı 3 er kez okuyoruz.

Olumlama
Sana karşı duyduğum ve beni yıpratan tüm olumsuz duygularımdan arınmaya ve seni affetmeye niyet ettim.
Ben seni şu anda affetmeyi kabul ediyorum. Çünkü bu duruma aslında ben izin verdim.
Bu dünyada oyun arkadaşım olduğunu kabul ediyorum.
Seninle yaşadığım her şeyin benim yüce hayrıma olduğunu kabul ediyorum. Gerekli derslerimi aldım.
Bundan dolayı senin varlığına şükrediyorum.
Bu yolda sevgiyle seni serbest bırakıyorum.
Seni affediyorum.
Kendimi affediyorum.

Bir süre kristalleri elimizde tutmaya devam ediyoruz. Yaradanın sevgi titreşimlerini taşıyan kristalleri kalbimizin derinliklerinde hissediyoruz ve onlara bu ilahi sevgi enerjisini, titreşimlerini taşıdıkları için teşekkür ediyoruz. Yaradana sonsuz sevgi ve ışığını yansıttığı için şükrediyoruz. Yaşadıklarımızın aslında bizim olgunlaşmamız ve almamız gereken derslerimiz doğrultusunda ihtiyacımıza göre yaşadığımız için farkına varıyoruz ve şükrediyoruz.

Eğer affedemediğimiz kendimiz isek o zaman yukarıda ki olumlama yerine aşağıdaki olumlamayı söylüyoruz, yapılan işlemler ise aynı.

Olumlama(kendimiz için)
Yaşadığım ve yaptığım her şeyi seviyorum.
Tüm yaşadıklarımı yaşanması gerektiği için yaşadım.
Yaşadığım ve yaptığım her şey için kendimi onaylıyorum.
Beni bir başkasının onaylaması gerekmiyor.
Ben kendimi onaylıyorum.
Ben kendimi seviyor beğeniyor ve onaylıyorum.
Ben değerliyim.
Yaşadığım her şey benim kendi seçimim.
Verdiğim her karar benim kendi seçimim.
Ben tüm kararlarımı ve yaşadığım her şeyi onaylıyorum.
Ben kendimi onaylıyorum.
Ben kendimi affediyorum.
Ben kendimi tümüyle seviyor ve takdir ediyorum.
Hayatı seviyorum.
Yaşamayı seviyorum.

Bu çalışmanın bir affetme süreci olduğu unutmayalım ve tamamen derinden affettiğimize inanana kadar bu çalışmayı her gün yapalım.

KAYNAK: Ayla Aydın

28 Nisan 2013 Pazar

27 Nisan 2013 Cumartesi

Emanete hiyanet etmemeli...:

Kendime iyi bakmalıyım
Kötü huylarımdan uzaklaşmalıyım
Nefsime uymamalıyım
Bedenime zarar vermemeliyim
Ruhum hep temiz kalmalı
Yüreğim tek düze kalmalı
Allahın verdiğine zarar vermemeliyim


KENDİME İYİ BAKmALIYIM..ÇÜNKÜ İÇİMDE SEN vARSIN...

Sana..Bana...

Gördün mü bak... Bize neler yaptın...

Ego

Kişinin kendi egosunu görmesi zordur.
Başkalarının egosunu görmekse çok kolaydır.
Fakat önemli olan bu değildir, onlara yardım edemezsiniz.
Siz kendi egonuzu görmeye çalışın.

Sadece izleyin.

Ondan kurtulmak için aceleci olmayın, sadece izleyin.
Ne kadar izlerseniz, o kadar yeterli hale gelirsiniz.
Bir gün aniden görüverirsiniz ki, kendiliğinden kaybolmuş.
Ve aslında sadece kendiliğinden olduğunda kaybolmuş olur.
Başka bir yolu yoktur. Olgunluğuna erişmeden ondan kurtulamazsınız.

Kuru bir yaprak gibi düşer.

Ağaç hiç bir şey yapmaz - hafif bir meltem, bir şeyler olur ve ölü yaprak öylece düşer. Hatta ağaç yaprağın düştüğünün farkına bile varmaz. O ses çıkarmaz, bir şey iddia etmez, hiçbir şey yapmaz.

Kurumuş yaprak öylece yere düşer ve dağılır hepsi bu.

Bilinç ve anlayış yoluyla olgunlaştığınızda ve egonun tüm mutsuzluklarınızın nedeni olduğunu derinden hissettiğinizde, bir gün aniden, kurumuş yaprağın düşmekte olduğunu göreceksiniz.

O yere ulaşır ve kendi kendine ölür. Siz hiç bir şey yapmadınız dolayısıyla ondan kendinizin kurtulduğunu idda edemezsiniz. Onun kayboluverdiğini görürsünüz ve gerçek merkez ortaya çıkar...

OSHO

¥$

Bugün yine o gün..




ÇOK ÖZLEDİM.........

26 Nisan 2013 Cuma

Hiç...

Dücane Cündioğlu Okurları

5 Eylül 2011

bil ki ey sevgili

ben seni aklımdan hiç çıkarmadım;
ben sadece aklımı çıkardım
ve böyle bilsin bütün dünya,
ben aklımı senin rağmına değil,
senin uğruna senden çıkardım...

Başka söze gerek yok... Net budur...

20 Mart
Siz hâlâ orada mısınız?
Bu söz çok işitilmiştir akıntıya kapılıp gidenlerin ağzından. Çünkü akıntıya kapılıp gidenler, vicdanlarını soğutmak için en çok bu sözü kullanırlar ve arkadaşlarını akıntıya karşı kürek çekmekle, hâlâ orada olmakla, lüzumsuz yere direnmekle, vakitlerini boşa harcamakla suçlarlar.
İşte bu tür insanların Kur’an'da geçen sabır kavramının gerçek anlamını kavrayamamalarının en temel nedeni budur!
Hal böyleyken, seni merakta bırakmayayım ey talib, Kur'an'da sabrın anlamı zulme katlanmak değil, zulme ayak diremektir.

------------


Aşk olgunlaştırır. Her aşırılık gibi. Her tehlike gibi.

Anormaldir. Sıra dışıdır. Yakışıksızdır.

Hiçbir zaman aranıp bulunamaz; baygın gözlerin, büzülmüş dudakların, tombul ve boğumsuz parmakların sahiplerince.

Namus ister. Haysiyet ister. Kara sevdaların peşinde bağrı yanmış adam ister.

Unutma ey talib, aşk, her şeyden evvel, Leyla'ya 'evet' değil, 'hayır' demiş olmayı ister.

---------------

Kişi utanabilirse ne mutlu ona, alim olamasa bile hiç değilse adam olur.

---------------

Yaralıyım... Kendimle aramdaki mesafeyi kapatmak zorundayım...

---------------

İsteklerinizden vazgeçiniz- ki buna rıza ve teslimiyet denir.- göreceksiniz ki acılarınızın en önemli kaynağı kuruyacaktır.

---------------

Hz. Ali'nin sözünü hatırlayalım:

— "Dualarımı kabul etmemesinden bildim ben O'nu!"

Yani beni bana bırakmamasından... isteklerimi yerine getirmemek suretiyle rahmet ve şefkatini belli etmesinden... şımarıklığıma izin vermemekle sırrını belli edişinden tanıdım O'nu.

İsteklerinin gerçekleşmesi kişiyi kendinden uzaklaştırır, sanıldığının tam da aksine. Başarılı her adımında kendisine ihtimamı azalır âdemin, ve tabii ki etrafına, dostlarına... insan'a...

Duası makbul olan insan insana aldırmaz olur. Sadık bir Tanrı'ya güvenir. Sadakat gösterir ve sadakat bekler. Sadakatle kibirlenir. Şişinir. Oysa sadakat her zaman erdem değildir. Çünkü sadakat bir çırpıda kişinin efendisini kendisine borçlandırmanın bir yolu hâline alabilir. Umumiyetle alır da.

Uşakların efendilerine sadakati, bazen sahip oldukları tek meziyetle, yani sadakat aracılığıyla, efendileri üzerinde güç kazanmayı sağlar. Zayıflarken kuvvetlenmenin bir diğer yoludur sadakat. Vazgeçilmezler sırasına girmektir. İhanet etmeyerek, sadık kalarak ilişkinin sürekliliğini sağlamaktır. Güvende olmaktır. Korkudan emin olmaktır; reddedilmek ve terkedilmek korkusundan...

Bütün vazifelerini yaptıkları hâlde dualarının kabul olmamasına akıl sır erdiremeyenler, bazen en büyük cezanın dua edenin duasını kabul etmek olduğunu nereden bilsinler?

---------------

"Tevbe etmek demek, ayağa kalkmak demek.
Her düşüşünde yeniden kalkmak.
Düşüşlerin yolda oluşunun alâmeti. Düşe kalka yürüyüşünün. İnsan oluşunun.
Düşmekten korkmamalısın. Korkacaksan, ayağa kalkamamaktan kork!
Düşersen, ayağa kalkmaktan kaçınma! Düş, ama her defasında yeniden kalk ve yola devam et!
Günahların da senin, tevbelerin de.
Düşüşlerinle kemâle ereceksin, ve günahlarından dönüşlerinle...
Noksanlarınla, eksiklerinle, yetersizliklerinle âlemin kemâline katkıda bulunacaksın.
Noksan olmasaydın, âlem noksan olurdu, senden, senin eksiklerinden, noksanlarından, yetersizliklerinden mahrum kalırdı.
Düşmeden kalkamazsın.
Günah işlemedikçe tevbe edemezsin. "

Dücane Cündioğlu