Ve hislerini kaybettiğini anladığın zaman hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Hayallerinden vazgeçmek zorunda kalıyorsun. En önemlisi yaşama sevincini yitirirken buluyorsun kendini. Canın yandığında koştuğun insan da canını yakınca, nereye gideceğini bilemiyorsun. Bir fanusun içinde hapsolmuş gibi hissediyorsun kendini. Hatta akvaryumun içinde yaşayan balıklardan farkının olmadığını düşünüyorsun bazen.
Mesela sabahları hevesle uyanmıyorsun. Doğru düzgün kahvaltı bile edemiyorsun. Sen yemek yerken kendini iyi hissederdin hatırlasana. Hele arkadaşlarınla yemek yediğinde senden mutlusu yoktu. Ne oldu sana? Ne ara bu kadar hissizleştin sen?
Artık gülemiyor ya da ağlayamıyorsun dimi? İçinde hiçbir şeyin düzelmeyeceğine dair bir his büyüyor her geçen gün, bunu biliyorum. Her gün o insan kalabalığında bir başına olduğunu bilmek, sürekli aynı şeyleri yapmak insana üzüntüden başka bir şey katmıyor.
Yolda yürürken mutluluk tablolarıyla karşılaşıyorsun mesela. Sonra ”Ben neden bu tabloların içersinde yer almıyorum” diye düşünüyorsun içinden. Ve cevabı bir türlü bulamıyorsun. Sen hayata karşı hep seyirciydin. Hemen her şeye seyirci olarak geçirdin ömrünü. Hâlâ mutlu insanları gördüğünde imrenerek bakıyorsun onlara. Sonra hem kendine hem de mahvettiğin hayatına sövüyorsun.
Birinin sana sarılıp ”Her şey düzelecek, iyi olacaksın” demesine ihtiyacın var aslında ama o hiç gelmiyor, gelmeyecek de. Sen geçmişindeki bataklığa saplanmış bir şekilde yaşamaya devam ettikçe o seni kurtarmaya gelmeyecek. Oysa o gel sene koşarak gideceksin yanına..
Matkapla göğsünün ortasına açılmış bir pencere düşün. Perdeyi aralayıp kendi yarandan bakıyorsun dünyaya. Eskisi gibi acımıyor yaran ve asıl bu acıtıyor işte.
Asla yapmam dediğin her şeyi şu an yapıyorsun mesela. Eskiden en azından ağlayıp içindeki zehri akıtabiliyordun, şimdi onu bile yapamıyorsun. Sen yalnızlar rıhtımında yapayalnız kaldın anlasana. Seni kurtaracak bir geminin gelmesini bekliyorsun ama o gemi hiç gelmiyor..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder