19 Nisan 2013 Cuma
Gönül kıran, gönlü zor bulur...
Her et yediğimde hayvanın yüzü aklıma gelir içim almaz ,zaten çok da nadir tüketirim.Yıllar önce okuduğum bir kitap sonrası nerdeyse salata bile yiyemez olmuştum.Bitkilerin bir bölümüne gürültülü müzik dinletirken bir tarafta klasik müzik yayını yapıldığı yazıyordu,bitkiler otomatik olarak klasik müzik tarafına yöneliyormuş.Örneğin bir bahçıvan budama yapmak için makası eline alınca bitki geçici baygınlık yaşıyor. Bunları okuduktan sonra bir süre ıspanak bile yemek istemedim.Evdeki çiçekler başka bir alem bir dilleri eksik.Gerçi ben eşya ile de vedalaşır helalleşir cinslerdenim. Eşyanın ruhu olduğuna inananlardan.Yıllarca kahrımı çeken bekleyen dolaplar,üzerinde tepinip yattığımız kanepe,tik tak tik tak hiç durup dinlenmeyen saatim.Her birinin hatırı vardır ve kendilerine hürmet ederim.İşte insanoğlu bu kadar hassas bu kadar duyarlı. Ruhumuz öyle saf ki öyle dürüst.Zaten şeffaf renksiz.Esasen renk de yok renklerin tonları da.Renk bizim gördüğümüz anlamda sonsuzluğu yansıtmakta.Yedi ana renkten doğmuş renk tonları sonu ve sınırı olmayanı temsil etmekte.Ruhumuzun üflenmesinden renklenen can bulan biz,kalp denen et parçasına da nur vurmasından gönülcüğümüz doğmuş.İşte bu inceden ince ama kallavi bölüme iyi bakmalıyız.Adına ister kalp kafesi ister kendimizin hülasası diye adlandırın her ne ise yeri belli; yürekte. Bu derun manevi varlığımız kıvamı çok incelmekten geçmekte.İpliğin geçeceği iğne deliğinden zarifleşmiş gönül en kıymetlisi.Hele bu nüktelik içersinde kahır ve lütfu bir tutabiliyorsa tam olmuş sayılmakta.Eğer aşk da ağrına gücüne gitmeyecekse, tüm gelenden razı olacaksa iyicene üstün nitelikli mükemmel mevkide oluyor.Gönlü bu konfora taşımak da kolay mesele değil.Önce nefsinin sırtını yere sereceksin.Nice dile gelmez fırtınalar geçireceksin,canına elveda diyecekken,gece gündüz inleyecek,feryat etmeyeceksin.O gönül kafesinde ne depremler olacak, ateşi yüreğine değdireceksin.Aşkının karşılığını beklemeyeceksin.Senin olması için sevmeyecek yiğitçe sevdiceğinden vazgeçecek çekip gideceksin.İşte bu zarafet içindeki heybetle kemale eriliyor.Bu sabır ve rızadan sonraki sürur ile yaşamak ne zevkli oluyor.Bir büyüğümün geçenlerde söylediği bir sözü hatırladım.’Gönül içini genişlet tahammülün artsın demişti’ Gurura, alınganlığa,kine,öfke gibi sebeplere takılmadan gönlümüzü temizlememizin ne denli önemli olduğunu hepimiz biliyoruz..biliyoruz da uygulamak mesele. Bir de gönülü yormamak lazım arada nadasa çekip dinlendirmek gerek.Tüm bunlar tamam ..tamam da anlayamadığım bir şey var.Gönülün gördüğü göz içinin içine baktığında canından parçaya takıldığın an aşk oluyor.Bu aşk bebek misali seni saflaştırıyor.Sen bu haldeyken kendine aşık olduğunu fark eden aşığın seni yerden yere vurmaktan zevk alıyor ..işte ben buna anlam veremiyorum ..insan bu denli nasıl vahşileşebiliyor , nasıl oluyor da senin gönlünü alıp parçalayabiliyor ,nasıl kıyıyor o koskoca Allahın bile sığdığı duygu kaynağına; elimizin büyüklüğü kadar olan yüreği kafesleyen gönle bu acımasızlığı nasıl yapıyor hangi vicdanla..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder